Muhsin İlyas Subaşı Anadolu’nun edebiyatımızdaki sesi, nefesi ve temsilcisidir. Yaşadığı Kayseri’de kaleme aldığı değerli eserleri düzenli olarak günışığına çıkaran Subaşı, gençlere ve kitapsevere birikimini aktarmaya devam ediyor. Bugüne kadar pek çok eseri neşredilen Muhsin İlyas Subaşı, yeni dönemde Mihrabad Yayınları’ndan Mimar Sinan’ın hayatını romanlaştırdığı Aşkımı Taşla Yazdım ile Oğuz’un Altın Sesi Necip Fazıl Kısakürek’den sonra Beşinci Halife Ömer Bin Abdülaziz’i kültür, edebiyat ve inanç dünyamıza kazandırdı. Subaşı, yeni belge romanında, çakıl taşları arasındaki bir alyansı sunuyor biz okuyucularına. Değerli yazarımızla yeni eseri Beşinci Halife Ömer Bin Abdülaziz hakkında konuştuk. İşte Muhsin İlyas Subaşı hocamıza yönelttiğimiz sorular ve aldığımız cevaplar:
-Muhsin İlyas Hocam, 8’nci romanınızı yayınladınız ve farklı bir konuyu ele aldınız? Neden Ömer Bin Abdülaziz? İzah eder misiniz?
Efendim, İslam tarihinin en sarsıntılı döneminde, siyasetin İslam’ı İlahi ufkundan uzaklaştırmaya çalıştığı bir dönemde hizmet yapmış ve gerçekten bir Müslüman aydın olarak duruş sergilemiş bir isimdir Ömer Bin Abdülaziz.”
Mesela? Hazreti Ali’nin şehit edilmesinden sonra, Muaviye ortaya çıkar ve Halifeliğe talip olur. Aslında, dönemin Müslümanları Hazreti Ali’nin oğlu Hazreti Hasan’da birleşmişlerdir. Ancak Muaviye gerekirse savaşa gireceğini de söyleyerek baskı yapar ve bu görevi alır. Hazreti Hasan, Cemel ve Sıffin’de çok kan döküldüğünü, yeniden bir sosyal felaketin yaşanmaması için Muaviye’ye bu görevi verirken, ölümünden sonra yine Halifeliğin kendisine geçmesi şartıyla anlaşmıştı. Ne var ki, Muaviye buna uymadı, ölümünden sonra oğlu Yezit’i veliaht olarak tayin etti. Böylece şura ile halife seçiminden atama ile görevlendirme başlatılmış oldu. İslam tarihindeki gerçek kırılma işte bundan sonra başlar. Yezit, üç yıl kadar görev yaptı ama üç kanlı olaya sebep oldu: Bu adamın eğlenceye düşkünlüğü, alkol alışı gibi zaaflarına samimi Müslümanlar tepki gösterdi ve tavır aldılar. Böyle bir kişiliğin tabii sonucu olarak, Kerbela’da Hazreti Hüseyin’in şehit edilmesi, Mekke ve Medine şehirlerinin kuşatılması, tahrip edilip yağmalanması İslam tarihinin en büyük dramını oluşturur.
Sizin romana konu edindiğiniz Ömer bin Abdülaziz bu olayların neresindedir?” Ömer bin Abdülaziz, bu olayların merkezindedir. Babası Abdülaziz, Mısır Valisi iken, doğmuş, eğitilmiş, iyi yetiştirilmiş ve Medine Valiliği görevine getirilmiş bir isimdir Ömer bin Abdülaziz. Önemli özelliği, Hazreti Ömer’in kız torununun oğludur. Dedesinin ahlakı ve manevi disiplini içerisinde hayata bakmış ve aynı zamanda amcası olan kayınpederi Abdülmelik’in ölümünden sonraki dönemde hiç beklenmedik bir tarzda Halife olmuştur.”
Nasıl beklenmedik bir tarz bu? Abdülmelik’in ölümü üzerine bu görevi oğlu Velid devraldı. Onun da 10 yıllık bir yönetim dönemi vardır. 715 yılında vefat edince bu göreve kardeşi Süleyman getirildi. Süleyman iki yıl gibi kısa bir süre hizmet yürüttü ve Emevi geleneğinin tersine bir iş yaparak, oğullarından önce, amcaoğlu ve eniştesi olan Ömer bin Abdülaziz’i ölümünden sonra açılan vasiyetnamesinde veliaht tayin etti. Böylece Ömer bin Abdülaziz 717 yılında İslam dünyasının halifesi oldu.
Halife Süleyman neden böyle bir yolu seçti sizce? İslam, bu ilk asrında, Süleyman’ın halifeliğinden önceki yöneticiler döneminde büyük sarsıntılar yaşadı. Kendisi iki yıl gibi kısa bir sürede bunları düzeltemeyeceğini biliyordu. Kendi soyundan gelenlerin de bunu başaracaklarından pek emin gözükmüyor olmalı ki, Kardeşi 2. Yezit Halifeliği beklerken, beklenmedik bir hareket yaptı ve hiç akılda olmayan Ömer bin Abdülaziz’e Halifeliğin verilmesini istedi. Çünkü Ömer çok düzgün ve irade sahibi bir insandı. Önceki dönemde yaşanan ıstırap verici olaylara karşı hep birlikte tavır almışlardı. Medine Valiliği’nde bulunmuş ve tahrip edilen bu şehrin acılarını yakından yaşamıştı. İslam’ın siyasetin dışına çıkarılması gerektiğini ısrarla savunuyordu.
Çok ilginç bir gelişme bu.” Evet, öyle, Ömer bin Abdülaziz, görevi aldıktan sonra, Emevi hanedanının haksız yere sahip oldukları başka Müslümanların ellerinden alınan arazilerini yeniden sahiplerine iade etti. Önceki halifeler Velid ve Süleyman’ın kendisine bağışladıkları Fedek arazisini, Hz. Fatıma’ya dolayısıyla Ehli Beyte verdi. Görevi süresinde maaş almadı. Hatta hanımlarının ziynetlerini bile Hazineye bıraktı, satarak gelirini fakirlere kullandı. Aşevleri açtı, hasta tedavi merkezleri kurdu. Okuma seferberliği başlattı. Çok daha önemlisi; Muaviye’den itibaren Emevi Halifelerinin hutbelerde Ehli Beyte beddua ve hakaretlerine son verdi.
Siz romanınızda Haccac’tan sıkça söz ediyorsunuz, kimdir bu Haccac? Halife Abdülmelik tarafından Irak Genel Valisi olarak görevlendirilen Haccac, Emevi yönetiminin eli kanlı sopasıdır. Bütün kirli işleri ona yaptırmışlar. Onun zulmüne uğrayanlar devamlı olarak Ömer bin Abdülaziz’e sığınmışlardır. Haccac, Halifenin yeğeni ve aynı zamanda damadı olan Ömer’e karşı bir şey yapmak istememesine rağmen, Haccac ve çevresindekilerin yönlendirmesiyle sürekli şikâyet ve baskılar sonucu Medine Valiliği’nden alınarak Şam’a çağrıldı. Ömer, halife olmazdan önce, bu adamı kontrole almak için büyük mücadele verdi. Göreve gelmesinden iki yıl önce Haccac öldü. Bu adam toplumda öylesine nefret uyandırmıştı ki, cesedini de, yakınları ondan zulüm görenlerin tahrip etmemesi için bir nehrin yatağına mezar açarak oraya gömdüler.
Ömer bin Abdülaziz’in ölümü de biraz trajik galiba? Evet, maalesef öyle, İslam’ın sevgiye dayanan yönetim biçimini ayağa kaldıran ve ilk dört büyük Halifenin çizgisine taşıyan bu insanın başarılı hizmetleri toplum tarafından takdir edilmesine rağmen, hâkim güçlerin işine gelmedi, bundan rahatsız oldular. Ömer’den sonra halife olması yolunda Halife Süleyman’ın veliaht tayin ettiği 2. Yezit ve adamları onun daha fazla huzur getirmesini istemediler. 3 yılı bulmayan halifeliği döneminde, İslam’ı gerçek anlamıyla, Hz. Peygamber’in hizmet anlayışına kavuşturan Ömer bin Abdülaziz’i, 50 bin dirhem karşılığı, henüz kırk yaşında iken bir köle tarafından zehirlettirip ortadan kaldırdılar. Aslında bu cinayetle sadece onun hayatına değil, aynı zamanda İslam’ın geleceğine de kıymış oldular. Ben romanımda bu yoğun malzemeyi kullandım.
Efendim, teşekkür ederim. Sanırım bunun için romanınıza Beşinci Halife Ömer b. Abdülaziz adını verdiniz?” Evet, bunun için öyle yaptık. Çünkü bu roman, Çölün Bilgesi bir kahraman tarafından yeniden dirilişe doğru verilen mücadelenin hikâyesidir.
Hayırlı olsun efendim. Teşekkür ederim. MEDENİYETİMİZE ADANMIŞ BİR ÖMÜR Muhsin İlyas Subaşı, 25 Temmuz 1942 tarihinde Şarkışla’da doğdu. İlkokulu doğduğu yerde,, orta ve liseyi Kayseri İmam-Hatip Okulu’nda okudu. Yükseköğrenimine İzmir’de başladı. Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nde tamamladı. Bir süre gazetecilik, ardından Kayseri’deki çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 1995 yılında emekli oldu. Gazetecilik mesleğini edebiyat çalışmalarıyla birlikte sürdürdü. Lise öğrenciliği döneminde; 22 Mayıs 1963 tarihinde Kayseri’de yayın hayatına giren Kayseri Ekspres gazetesinin yayın yönetmenliğini, yükseköğrenimi sırasında, iki gazetenin Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptı. Bir dönem, bölgesel yayın yapan bir TV’nin Genel Müdürlüğünü ve İhlas Haber Ajansı (İHA)’ nın Bölge Müdürlüğü görevlerini yürüttü.
ESERLERİ: Tiyatro: Alparslan (1962). Şiir: Vuslat Türküsü 1968); Aydınlığın Gözleri (1979), Bu Yüreğin Ülkesinde (1981), Sevgi Donanması (1982), Deryâdil (1985), Sevdâkâr (1988), Bir Sır Gibi (1991), Aşkistan (2005), Gül Seferi (2013). Deneme: Şiirden Şuura (2004), Şehirname (2011) Roman: Ahtapot (1995), Güneşe Uçan Kelebek (2001), Aşkta Yanan Dede (2003), Ben Onurumu Çiğnetmem (2004), Aşk Prensesleri de öldürür (2011), Ateşi Gül Eylemek (2015). Eleştiri: Roman Üzerine Notlar (2017). Seyahat: Gezi Notları (2017). Biyografi: Taşla Konuşan Deha (1996), Ağırnaslı Sinan (2004), İki Mevlevî (2005), Batıdaki Mevlâna (2007), Toprağın Dili (2013), Gül Devrini Arayan Adam (2016), Oğuzun Altın Sesi Necip Fazıl (2017). Araştırma- İnceleme: Dünden Bugüne Kayseri (1986), Kayseri’nin Manevî Mimarları (1995), Bu Şehrin Hikâyesi (2003), Batı İslam’ı Tanıdıkça (2008); Batı Türk’ü Tanıdıkça (2008), 40. Yılında Kayseri OSB (2017). Ayrıca Dr. Esra Kürüm, Ortak Değerlerimizin Dili Muhsin İlyas Subaşı adıyla yazarın biyografisini kitaplaştırdı.
(Milat Gazetesi, 5 Ocak 2020)