Fahredddin Paşa 1. Dünya Savaşı esnasında Musul’da bulunan 12. Kolordu’ya komutan olarak atanmış, Kolordusu ile Halep’e gitmiştir. Kanal Harekâtını yönetmek üzere Bahriye Nazırı ve IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa tarafından 26 Ocak 1915 tarihinde karargâhı Şam’da bulunan Ordunun Kumandan Vekilliği’ne tayin edilmiştir. Son dönemlerde Medine Muhafızı Basri Paşa tarafından kendisine Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne karşı İngilizlerin de desteğini alarak isyan edeceği raporunu alan Cemal Paşa konunun araştırılması için Fahreddin Paşa’yı görevlendirmiştir. Bunun için Paşa maiyeti ile birlikte Medine’ye, asıl maksat gizlenerek Hicaz Demiryolu’nu denetlemek ve Mescid-i Nebevi’yi ziyaret etmek gayesiyle mübarek beldeye gidecektir.
Fahreddin Paşa ve yanındakiler Şam’dan bir tren katarı ile yola çıkmış, bir süre yol almış ve Medine’ye yaklaşınca tren hızını iyice yavaşlatmıştır. Çünkü Hicaz Demiryolu ulaşıma açılınca Peygamber Efendimiz’in muazzez ruhu rahatsız olmasın diye rayların üzeri keçe kaplanmıştır. Ayrıca rayların yan tarafları ay yıldız ile damgalanmıştır. Tren yavaşça ilerlemiş ve Medine tren istasyonuna ulaşınca kendisini orada başta Basri Paşa, Şerif Hüseyin’in oğulları Faysal ve Ali, askeri erkân, Medine halkı tarafından karşılanmıştır.
O sırada II. Kanal Harekâtı’na güya destek vermek için Medine’de bulunan Şerif Hüseyin’in oğullarının asıl amacı; şehirde bulunan ve Yemen’e gidecek olan 1.500 Osmanlı askerinin ayrılmasından sonra Medine’yi ele geçirmekti. Daha 1910 yılından itibaren İngilizlerle irtibat kuran ve Temmuz-1914 tarihinde destek sözü alan Şerif Hüseyin Büyük bir Arap İmparatoru olmak hevesindeydi. Osmanlı Devleti’nin haksız şekilde(!) Arapların elinden alınan Halifelik makamını yine Araplara kazandırmayı planlayan, bu konuda Osmanlı’ya karşı isyan edecek olan Şerif Hüseyin çeşitli bahaneler ileri sürüyordu (Kuran’ın Türkçeleştirilmesi, Osmanlı askerlerinin oruç tutmaması, orucun yasaklanması, Arapların Şam’da asılması vb). Özellikle I. Kanal Harekâtı’nın (2 Şubat 1915) başarısızlığa uğraması üzerine, önceden Cihad ilanına katılarak destek vereceğini söylemiş olmasına rağmen son ana dek Osmanlı Devleti’nden mali, silah, cephane yardımı istemekten de geri durmamıştı (kısa bir süre önce 1.500 tüfek ve 20 bin altın verilmişti). Artık isyan vaktinin geldiğine inanarak oğullarını Medine’ye göndermişti.
İşte Şerifin oğulları Faysal ve Ali büyük bir saygı ile Fahreddin Paşa’yı karşılamış ve Basri Paşa ile birlikte gece şerefine Uhud Dağı eteklerinde verilecek ziyafete katılması için davette bulunmuşlardı. O da ilk önce yolculuğunun asıl gayesinin Mescid-i Nebevi’yi ziyaret olduğunu ilk önce bu ziyareti yapmak istediğini belirtmiştir. Eğer paşalar gece yapılacak ziyafete gelirlerse ikisini de derdest edip yakalayıp komutansız kalan Medine’ye saldırarak ele geçirmek düşüncesindeydiler. Ancak durumun farkında olan Medine Muhafızı Basri Paşa ziyafete gidilmemesi için Fahreddin Paşa’ya tavsiyede bulunmuştur. O da; eğer ziyafete gitmezlerse Şerifin oğullarının iyice şüpheleneceklerini belirtmiş, kendisinin davete icabet edeceğini ama Basri Paşa’nın Medine’de askerin başında kalmasını söylemiştir.
O gece ziyafete sadece Fahreddin Paşa’nın geldiğini gören Faysal ve Ali şaşırmış yine de aşırı saygılı davranmış, emrindeki isyancılar kahramanlık gösterilerinde bulunmuş ve Kanal’da İngilizleri nasıl yeneceklerini abartarak anlatmış ve oyunlarla da bunu göstermişlerdi. Gecenin sonuna doğru Fahreddin Paşa Medine’ye dönmüş sabahleyin kendisine bir mektup verilmiştir. Kanal Harekât’ına katılacak hecinsüvar birliğinin bir süre daha hazırlığını tamamlaması ve babasından gelen emir gereği Mekke’ye döneceklerini belirtmişlerdir. Aslında Medine ve yakın çevresine mevzilenmiş, her an isyan ateşini yakmak için beklemeye geçmişlerdi. Fahreddin Paşa şehirdeki son durumu Cemal Paşa’ya bildirmiş gelen karşı cevapta isyanın bastırılması için gereğinin yapılmasını istemiş ama ilk önce saldırının isyancılar tarafından gerçekleştirilmesinden sonra harekete geçilmesini özellikle emretmiştir.
23 Mayıs 1916 tarihinde en yakın tren istasyonlarına baskınlar yapılmış ve telgraf hattına saldırılar düzenlenmiştir. Gittikçe artan saldırılar üzerine hem Medine’nin hem de askerin idaresini ele alan Fahreddin Paşa Eylül-1916 yılına dek isyancılara ağır darbeler vurmuştur. Medine’nin 50 km.lik bir çember dahilindeki yerler asilerden temizlenmiş hatta Şerifin oğlu Ali, İngiliz casus Lawrence Yanbu’daki İngiliz gemilerine zorlukla kaçarak sığınabilmiştir…
Bu arada Medine’nin boşaltılması gündeme gelmiş ancak Fahreddin Paşa’nın “Medine anavatan değil mi?” diyerek yaptığı ısrarlar neticesinde ve İslam âleminden gelecek tepkilerden dolayı bu karardan vazgeçilmiş, Medine’nin savunulmasına karar verilmiştir. Tren yolu ulaşıma açık iken kutsal emanetler ve Mahmudiye Medresesi Kütüphanesi’ndeki kitaplar bir heyet huzurunda tespit edilmiş ve bir tutanakla Fahreddin Paşa tarafından İstanbul’a yollanmıştır.
Medine’yi takviye için askeri birlik, iaşe Hicaz Demiryolu ile gönderilmiş ama daha sonra tren yolunun tahrip edilmesiyle birlikte kuşatma altında kalan şehirde yiyecek sıkıntısı baş göstermiştir. Fahreddin Paşa o dönemde toplam 50.000 kişilik isyancıya karşı Medine’yi, artık kendine inanmış 4.000 asker ile koruyacaktı. Bundan sonra şehre ne takviye ne de yiyecek gönderilebilecektir.
Yiyecek sıkıntısı had safhaya ulaşınca çekirge yenmesini tavsiye etmiş bunun için fıkıh kitaplarını araştırarak yenmesinin caiz olduğunu belirtmiştir:
“Çekirgenin serçe kuşundan ne farkı var? Yalnız tüysüzdür. Fakat serçe gibi kanatlıdır, uçar, yeşilliklerle beslenir. Serçe gibi huysuz, serçe kadar asabidir, yediği şeyleri titizlilikle seçer. Temiz ve taze şeyleri yer. Hem tiryaki hem de keyif sahibidir. Tütün ve limondan büyük zevk alır. Sonra topluca yaşamayı sever. Nereye gitse, hep beraber kafile halinde gider, birbirlerinden ayrılıp dağılmazlar. Tıpkı serçeler gibi…
Büyük bir dikkat ve titizlilikle ve kendime mahsus ihtimamla yaptırdığım tecrübelerde tıbbi yararları güzelce anlaşılan ve yenmesi sünnet olan çekirgeye yan gözle bakmak ve ondan tiksinmek, en hafif tabir ile nimetnaşinaslıktır. Dün karargâh sofrasında (çekirge tavası) vardı. Arkadaşlarımla beraber pek tatlı yedim ve bunu dil konservesinden pek ziyade buldum. Hele zeytinyağı ve limon suyu ile salatası çok nefis oluyor.
Kısaca, dün çekirgeyi bahçelerden yok etme tedbirlerini düşünürken, ‘Bugün çekirge geliyor mu?’ diye yollarını gözlüyorum. Hangi bölgeye çekirge düşerse, tarifime göre faydalanılmasını ve bana hediye olarak çekirge gönderilmesini arkadaşlarımdan rica ediyorum.”
Bu arada Fahreddin Paşa askerini oyalamak, moralini artırmak için Karagöz-Hacivat oyunları, güreşler, sancak konulu kompozisyon ve şiir yarışmaları düzenlemiştir. İsyancılara karşı koyarken Medine’nin imarı için de çalışmış, Ravza-ı Mutahhara’ya giden daracık yolu ve eski püskü dükkânları yıktırarak caddeyi genişletmiştir. Bu caddeye ve Mescid-i Nebevi’ye yakın yerlere Itır ve misk-i amber ağaçları ile güller diktirerek süslemiştir. Hatta mübarek kabrin yakın çevresindeki esnafı ve askerini hassasiyet göstererek şöyle uyarmıştır:
”Cuma günleri namaz vakti dükkânların kâmilen açık bulunduğu ve alışveriş ile iştigal edildiğinin geçen Cuma farkına vardım. Ve bu çirkin halin kaldırılıp önlenmesi için Belediye Reisliğine emir verdim. Askerimizin namaz vaktinde çarşıda, sokaklarda dolaşmalarını ve dükkânların önünde alışveriş ile vakit geçirmelerini kesinlikle istemem.
Harem-i Şerif-i Nebevi’ye pek yakın olan iç surun sınırladığı bölgede sokakta herkesin gözü önünde asla sigara ve nargile içilmemesini emrederim.”
Buz fabrikası, telgraf istasyonu, tavukhane, süthane ve mandra kurdurtmuş, hasta eratın iyi beslenebilmesi için bahçelerde sebze yetiştirmiş, su kuyuları açtırmıştır. Şerif Hüseyin’in çıkardığı “El Kıble” gazetesindeki suçlamalara kendisinin zorlukla çıkardığı “El Hicaz” gazetesi ile karşılık vermiştir. Askerini alnından öperek göreve göndermiş, onlara ilk defa “Mehmetçik” demiştir.
Cuma günleri hutbeye çıkarak askerine seslenmiş, Medine’de kalma kararlığını belirtmiştir. Bayramlardan önce Ravza-ı Mutahhara’nın temizliğini askerleri ile bizzat yapmış, oradan toplanan tozlar, mumlar kutsal bir emanet gibi saklanmıştır. Yiyecek alabilmek için asker arasında para toplayarak bir hamiyyet defteri oluşturmuştur. Çevredeki aşiretlerden yiyecek almak için gayret etmiştir.
Her sabah kefenini giyerek düzenlettiği caddeyi yürüyerek Peygamber Efendimizin huzuruna gitmiş (Bu hareketi ile ölünceye dek buradayız demek istemiştir). Orada dua etmiştir.
Bu arada Mondros Mütarekesi imzalanmıştır (30 Ekim 1918). Devletin iki kumandanı silah bırakmamıştır; biri Kazım Karabekir Paşa diğeri de Fahreddin Paşa’dır. Kendisine “teslim ol” emrini getiren Yüzbaşı Ziya’yı gözaltına aldırmış, haberin asker tarafından duyulmamasını istemiş ardından Padişahın iradesini talep etmiştir. İrade gelmiş o iradeyi askerinin huzurunda yırtarak şöyle demiştir:
“Düşman işgali altındaki padişahın verdiği irade geçersizdir. Medine’yi savunmaya devam edeceğiz.”
Çünkü o ve askerleri bir söz vermişti. O söz de şöyledir:
“Malumunuz olsun ki kahraman askerlerim, İslam âleminin gözbebeği olan Medine’yi son fişengine, son damla kana, son nefesine kadar muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna askerce ant içmiştir. Bu asker Medine’nin enkazı içinde ve nihayet Ravza-ı Mutahhara’nın altında kan ve ateşten örülmüş bir kızıl kefen ile gömülmedikçe, Medine kalesinin burçlarından ve Mescid-i Saadet minarelerinden Türk’ün al bayrağı alınmayacaktır!”
Ancak daha sonra en yakınındaki kurmay başkanı kaçarak Şerif Hüseyin’e teslim olmuş ve Medine’yi savunmakta olan askerlerin aklını çelerek kaçmalarını istemiştir. Askerlerin zayıflıktan, hastalıktan, sıcaktan şehit olması ve maiyetindeki subayların da ısrarları üzerine asilerle anlaşmayı zoraki kabul etmiş, bu iş için yardımcısını görevlendirmiştir. Kendisinin teslim olması beklenirken o Ravza-ı Mutahhara’ya “Mücaviriz!” diyerek sığınmış, orada kalmaya başlamıştır. Yapılan anlaşmanın yerine gelmesi için kendisinin teslim olması gerekmektedir. Fahreddin Paşa asla teslim olmayı düşünmemiş bunun üzerine İngilizler eğer paşa teslim olmazsa İstanbul’u bombalayacakları tehdidinde bulunmuşlardır. Ne yazık ki kendi subaylarının bir oldubittisi neticesinde derdest edilerek, Ravza-ı Mutahhara’dan zorla çıkarılmış isyancılara teslim edilmiştir. (12 Ocak 1919) O son anda, Peygamberimizin huzurundan götürülürken Fahreddin Paşa’nın feryadı yürek parçalayıcıdır: “Şahit ol ya Resulallah! Ben gitmiyorum, zorla götürüyorlar!”
“Elbiselerini getirdiler, giydirdiler, koltuğuna girdiler, merdivenlerden indirdiler. Bab-ür Rahman önüne kadar götürdüler. Burada Kumandan paşa başını çevirdi. Acılı ve hüzünlü, her şeyden ümidini kesmiş bir bakışla Hücre-i Resullullah’a baktı… Paşa’nın boynu bükülmüş, gözleri yaşarmıştı. -Ne durma, ne düşünmeden yürüme imkânı var- anlamında bir tavırla -Görüyorsun Ya Muhammed! Ben gitmiyorum, götürüyorlar - demek istemişti.
Aniden kılıç ve tabancasını hatırladı. Bunları getirdiler, yavrusundan ayrılanların ancak hissettikleri bir duyguyla kalbi sızladı. “Götürünüz, Hazret-i Peygamber’in kızı Hayrünnisa Hazret-i Fatıma’ya emanet ediniz! Medine Müdafii’nin kılıcını, tabancasını ancak o koruyabilir” dedi. Götürdüler. Emanet yerine konduktan sonra Paşa, Bab-ür Rahman’dan çıkarılmıştı. Otomobile bindirildi. Soluna bir Kaymakam(Yarbay), karşısına bir Jandarma Yüzbaşısı yerleştirildi… 13 Ocak 1919”
Kimse onun teslim olduğuna inanmaz. Urbanlar, yerli halk kendisini görmek için koşmuş, çöl “Fahri Fahri Fahri!” sesleri ile inlemiştir.
İlk Önce Mısır’daki esir kampına götürülmüş, üniformasının çıkarılması istenmiş, çıkarmamıştır. Daha sonra Malta’ya sürgüne gönderilmiş sayıma inmesi istenmiş orada da sayıma inmemiştir.
Nihayet yurda dönmüş (2 Ağustos 1921), Afganistan elçisi olarak 1922-1926 yılları arasında görev yapmış, 22 Kasım 1948 yılında Ankara’ya giderken Eskişehir tren istasyonunda kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Rumeli Hisarı Mezarlığı’na gömülmüştür.
*İngilizler 1962 yılında “Arabistanlı Lawrence” adıyla bir film çevirerek 7 dalda Oscar vererek propaganda yaptılar. Ne yazık ki aradan yüz sene geçmiş olmasına rağmen Fahreddin Paşa’nın bir filmi yoktur. Sadece ve sadece hakkında yazılmış beş tane kitap vardır…
Umarız ve dileriz ki Fahreddin Paşa’nın filmleri çevrilir, dizileri yapılır, romanları, hikâyeleri yazılarak sayısı yüzleri bulur, belediyeler sokaklara, kültür merkezlerine, meydanlara onun adını verirler… Genç nesiller böylece bir nebze olsun paşayı tanımış olurlar… Yüzyıl süren unutulmuşluğa, vefasızlığa inat. Neden olmasın?